Bu platformun hayata geçirilmesi, Şubat ayı başında yeni yılın ilk elektrik faturalarının gönderilmesiyle birlikte yaşanan beklenmedik maliyet artışlarının ardından geldi. Özellikle elektrikli araç ve ısı pompası kullanan hanehalkları, ağ kullanım ücretlerindeki değişiklik nedeniyle ciddi ek maliyetlerle karşılaştı. Bu durum, elektrik tüketim alışkanlıklarının gözden geçirilmesi gerekliliğini bir kez daha ortaya koydu.
“Leneda” platformu, enerji tüketiminde şeffaflığı artırmak amacıyla geliştirildi. Artık tüketiciler, bu sisteme kaydolarak elektrik ve gaz tüketimlerine dair tüm verilere, enerji tedarikçisinden bağımsız olarak, ayrıntılı bir şekilde erişebilecek.
İlerleyen aşamalarda, su ve ısıtma sistemlerine ilişkin verilerin de platforma entegre edilmesi planlanıyor. Böylece Leneda, bireysel düzeyde enerji yönetimini optimize etmeyi sağlayacak kapsamlı bir araç haline gelecek.
Ekonomi ve Enerji Bakanı Lex Delles konuyla ilgili olarak şunları ifade etti:
“Energieauer.lu web sitesinde, her vatandaş ülke içinde ne kadar elektrik üretildiğini ve ne kadarının ithal edildiğini anlık olarak görebiliyor. Ancak Leneda platformu bir adım daha ileri gidiyor: Her kullanıcıya kişisel bir enerji hesabı sunuyor. Bu hesap sayesinde, kişi elektrik veya gaz tüketimini 15 dakikalık aralıklarla izleyebiliyor ve tüketiminin, sözleşmesinde belirlenen referans seviyeye göre ne durumda olduğunu görebiliyor. İşte bu, tüketicinin gerçekten ihtiyaç duyduğu şeffaflıktır.”
Platform sayesinde tüketiciler, elektrikli araçlarını şarj ettikleri dönemlerde belirlenen enerji tüketim sınırlarını aşıp aşmadıklarını kontrol edebilecekler. Zira bu sınırın aşılması, ağ kullanım tarifeleri üzerinden ek maliyetler doğuruyor.
Şu anda “Leneda” yalnızca internet üzerinden, www.leneda.eu adresinden erişilebilir durumda. Ancak yetkililer, platformun mobil uygulamasının da yakın zamanda kullanıma sunulacağını açıkladı.
Leneda’nın devreye alınmasıyla birlikte, Lüksemburg’da enerji verilerinde şeffaflık, sürdürülebilir tüketim ve tüketici bilincinin artırılması yönünde önemli bir adım atılmış oldu.
Mahkeme başkanı, duruşma sırasında alaycı bir şekilde şöyle konuştu:
“Sanıklardan elimize geçen tüm belgeler şimdiye kadar sahte çıktı.”
Sanıklar Danijel ve Katarina, olayın yaşandığı dönemde birlikte yaşıyorlardı ancak şu anda ayrı oldukları bildirildi. Buna rağmen her iki taraf da duruşmaya katılmadı. Savcılık, sabah saatlerinde Katarina ismiyle bir kadının mahkemeyi arayarak Hırvatistan’da hasta olduğunu ve mahkemeye katılamayacağını bildirdiğini belirtti. Danijel ise yalnızca avukatı aracılığıyla mahkemede temsil edildi.
Mahkemeye sunulan belgelerde, çiftin 2020 yılında üç sahte maaş bordrosu ve sahte banka havalesi belgeleri sunduğu görüldü. Bu belgelerle daire kiralama yeterliliğini göstermeye çalıştılar. Ancak ev sahibi, hesabına herhangi bir ödeme yapılmadığını fark edince bankayla temasa geçti ve belgelerin sahte olduğunu ortaya çıkardı.
Savcılık iddianamesinde şu ifadeye yer verdi:
“Sahte belgeler, gerçek örneklerle kıyaslandığında kolayca ayırt edilebiliyordu. Bu belgelerin hiçbir öğesi orijinaliyle uyuşmuyordu.”
Daha da dikkat çekici olan, Danijel’in daha önce aynı bankada çalıştığı ve sahte belgeler kullanması nedeniyle işten çıkarıldığıydı. Savcılık bu durumu, “Bankacılık geçmişi olan birinden daha iyi sahtecilik beklenirdi,” sözleriyle değerlendirdi.
Sahteciliğe ek olarak, Danijel ve Katarina'nın Lüksemburg’da yaşayan başka bir çiftten 13.600 avro borç aldığı da dosyada yer aldı. Taraflar hiç yüz yüze görüşmemiş, yalnızca e-posta ve WhatsApp üzerinden iletişim kurmuşlardı. Bu paranın sadece 500 avrosu geri ödendi.
Danijel’in avukatı müvekkilinin bu süreçte hiçbir dahlinin olmadığını, tüm girişimlerin eski eşi tarafından yapıldığını iddia etti. Savunmasında şu ifadeleri kullandı:
“Bir bilgisayar ekranının arkasında kimin oturduğunu hiçbir zaman bilemezsiniz.”
Ancak savcılık bu savunmayı inandırıcı bulmadı ve her iki sanık için 24 ay ertelenmiş hapis cezası ile borcun tamamen geri ödenmesi talebinde bulundu.
Dosyayla ilgili nihai kararın 30 Nisan’da açıklanması bekleniyor. Bu dava, Lüksemburg emlak piyasasında belgelerin doğruluğunun dikkatle incelenmesi gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
LIR 111. maddeye göre, aşağıdaki sigorta türleri, Lüksemburg veya Avrupa Birliği üyesi bir ülkede yetkili bir sigorta şirketi tarafından sunulmaları kaydıyla, vergi indirimi kapsamına alınabilmektedir:
Hayat sigortası (Assurance-vie): Asgari 10 yıl süreli sözleşmeler.
Sorumluluk sigortası (Responsabilité civile): Araç veya konut sigortalarının RC (Sivil Sorumluluk) bölümü.
Kaza, maluliyet ve hastalık sigortası: Ödemelerin onaylı sağlık veya sigorta kurumlarına yapılması şartıyla.
Not: Hırsızlık, yangın, cam kırılması veya tüm riskleri kapsayan poliçeler gibi maddi hasar sigortaları vergi indirimine tabi değildir.
Genellikle konut kredileriyle ilişkilendirilen bu sigorta, iki farklı şekilde ödenebilir:
Periyodik ödemeler: LIR 111. maddesi kapsamındaki standart limitlere tabidir.
Tek seferlik ödeme: Konut alımında tek seferde prim ödenmesi halinde, vergi indirimi limiti istisnai olarak artırılır.
LIR 111bis maddesi çerçevesinde, aşağıdaki şartları karşılayan emeklilik sözleşmeleri vergi indirimi hakkı doğurur:
Sözleşme süresi en az 10 yıl olmalıdır.
Sözleşme bitiş tarihi bireyin 60 ile 75 yaşları arasında olmalıdır.
Erken fesih yapılmamalıdır (yalnızca istisnai durumlarda, örneğin ciddi hastalık ya da kalıcı maluliyet durumunda geçerlidir).
LIR 111. madde: Hane halkındaki her vergi mükellefi için yıllık 672 avro.
Tek seferlik Solde Restant Dû sigortası:30 yaş altı çocuksuz bireyler için 6.000 avro31–49 yaş arası için yıllık 480 avro artış50 yaş üstü bireyler için maksimum 15.600 avroHer iki eşin sigortalanması durumunda limitler iki katına çıkar. Ancak çocuk başına 1.200 avroluk artış yalnızca ebeveynlerden birine uygulanır.
Emeklilik sigortası (Prévoyance-vieillesse): Yaşa bakılmaksızın kişi başına yıllık 3.200 avroya kadar vergi indirimi uygulanabilir.
Sigorta şirketinden vergi belgesi alınması: Bu belge, düşülebilir tutarı net olarak belirtir.
Vergi beyanının doldurulması:Form 100F, sayfa 14, Bölüm B.b: LIR 111 kapsamındaki sigortalar ve Solde Restant Dû için.Sayfa 15, Bölüm D: Prévoyance-vieillesse gibi özel giderler için.
Yasal süreye dikkat: Belgelerin her yıl en geç 31 Aralık tarihine kadar sunulması gerekir.
Belgelerin eklenmesi: Sigorta şirketinden alınan resmi belgeler dosyaya dahil edilmelidir.
Gönderim yöntemi: Vergi beyannamesi posta yoluyla veya çevrimiçi MyGuichet.lu platformu üzerinden gönderilebilir.
Bu yasal imkan sayesinde, sigorta giderlerini akıllı bir şekilde vergi avantajına çevirmek ve kişisel mali yapıyı optimize etmek mümkündür. Daha fazla bilgi için Lüksemburg Gelir Vergisi Yasası’nın 2025 versiyonuna ve bir mali danışmana başvurulması tavsiye edilir:
Mart 2025’te Çalışanlar Odası (Chambre des salariés) tarafından yapılan açıklamaya göre, bu prim yalnızca 30 yaş altındaki çalışanlara veriliyor. Ancak bir koşulla: Mevcut işleri, Lüksemburg’daki (veya Lüksemburg’da şubesi ya da sabit ofisi olan bir yabancı şirketteki) ilk sürekli sözleşmeleri (CDI) olmalıdır.
Dolayısıyla bu primden bir kez yararlandıktan sonra iş değişikliği yapanlar, ikinci kez destekten faydalanamaz.
“Çalışan Gençler Primi” zorunlu bir ödeme değildir; ödenip ödenmemesi tamamen işverenin takdirine bağlıdır. İşveren bu primi genç çalışana vermeye karar verirse, sadece %25’i vergilendirilir, geri kalan %75’lik kısmı ise tamamen vergi muafiyetinden yararlanır.
Bu nedenle primin ödenip ödenmeyeceği, çalışanın uygunluğunun kontrolü de dâhil olmak üzere tamamen işverenin sorumluluğundadır.
Devlet, bu primin üst sınırını 5.000 avro olarak belirledi. Örneğin, yıllık brüt geliri 50.000 avronun altında olan bir çalışan bu primden yararlanırsa, sadece 1.250 avrosu vergilendirilir; kalan 3.750 avro ise net olarak eline geçer. Yarı zamanlı çalışanlarda ise bu miktar orantılı şekilde azaltılır.
Yıllık geliri 50.000 avro ve altı olanlar: 5.000 avro
50.001 – 75.000 avro arası geliri olanlar: 3.750 avro
75.001 – 100.000 avro arası geliri olanlar: 2.500 avro
Bu yeni teşvikle birlikte, Lüksemburg Hükûmeti gençlerin iş gücü piyasasına daha güçlü bir şekilde katılımını ve uzun vadeli istihdam istikrarını desteklemek adına önemli bir adım atmış oldu. Her ne kadar uygulama işverenlerin inisiyatifine bağlı olsa da, genç çalışanlar için yaratacağı ekonomik katkının azımsanamayacak boyutta olduğu açıkça görülüyor.
Frieden, röportajda Avrupa liderlerinin bir savaş başlatma niyetinde olmadıklarını, aksine Avrupa’yı yeniden barış ve refahın simgesi hâline getirmeye çalıştıklarını vurguladı. Ona göre, mevcut jeopolitik koşullar altında ortak bir Avrupa güvenlik zihniyetinin oluşması kaçınılmaz; ancak bu yaklaşım, güçlü ve entegre bir Avrupa savunma sanayii ile desteklenmelidir.
"Güvenlik, sadece süslü bir kelime olarak kalmamalı"
Başbakan, güvenliğin ancak somut önlemlerle sağlanabileceğinin altını çizerek şu ifadeleri kullandı:
“Ukrayna’daki savaş sona erdiğinde –ki bu hepimizin arzusu– Avrupa’nın güvenliğinin sürdürülebilir olması gerekir. Bu güvenlik, yalnızca askerî araçlarla teminat altına alınabilir.”
Rusya’dan gelen sürekli tehdit: NATO’nun doğu kanadı güçlendirilmeli
Son yıllarda yaşanan gelişmelere değinen Frieden, Rusya’nın defalarca başka ülkelere saldırdığını ve bu durumun Avrupa güvenliği açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu dile getirdi. Bu bağlamda, NATO’nun doğu kanadının kolektif olarak güçlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Başbakan, etkin bir caydırıcılığın ancak bu şekilde mümkün olabileceğini belirtti.
Uzun vadeli hedef: Ortak bir Avrupa ordusu
Luc Frieden ayrıca, ABD ile güçlü transatlantik ilişkilerin önemine değindi ve bu iş birliğinin süreceğini ifade etti. Ancak buna rağmen, Avrupa'nın uzun vadeli stratejik hedeflerinden birinin ortak bir Avrupa ordusunun kurulması olması gerektiğini savundu. Ona göre, bu hedef hayata geçirilirse Avrupa savunma politikalarında bağımsızlık büyük ölçüde artacaktır.
Frieden’in net ve güvenlik odaklı açıklamaları, Avrupa'nın gelecekteki güvenliği konusundaki endişelerin arttığı bir dönemde geldi. Ukrayna’daki savaşın sürmesi ve Rusya ile yaşanan gerilimlerin tırmanması, Avrupa liderlerinin gündemini her zamankinden daha fazla meşgul ediyor.
Ne emeklilik yaşı artacak ne de mevcut emekli maaşları düşecek
Günün sonunda farklı siyasi partilerden gelen görüşler sonrası, Sosyal Güvenlik Bakanı Deprez, yalnızca bir konuda kesin konuştu:
“Yasal emeklilik yaşını değiştirme niyetimiz yok. Bu yaş 65 olarak kalacak. Aynı şekilde, mevcut emeklilerin maaşlarına da dokunulmayacak.”
Ancak, emeklilik sisteminin sürdürülebilirliği konusunda ciddi uyarılar yapılmaya devam ediyor. Sosyal Güvenlik Genel Denetçiliği'nin (IGSS) son tahminlerine göre, Lüksemburg’un emeklilik fonu 2026 yılından itibaren bütçe açığı ile karşı karşıya kalabilir. Bu da, çalışanlardan toplanan sosyal güvenlik primlerinin, artan maliyetleri karşılamakta yetersiz kalacağını gösteriyor.
27 milyar avroluk rezerv tehlikede
Lüksemburg’un şu anda yaklaşık 27 milyar avro değerinde emeklilik rezervi bulunuyor. Bu kaynak, olası krizleri dengelemek için ayrılmış olsa da, mevcut eğilimler devam ederse bu rezervlerin tükenme riski oldukça yüksek. Bu bağlamda, iktidar ve muhalefet partileri ortak bir görüşte birleşiyor:
“Hiçbir şey yapmamak bir seçenek değildir.”
Masadaki olasılıklar: Giderleri kısmak ya da gelirleri artırmak
Karar süreci henüz sonuçlanmamış olsa da, değerlendirilen olasılıklar netleşmiş durumda:
Emeklilik maaşları veya hak kazanma şartları üzerinde tasarrufa gidilmesi
Sosyal güvenlik primlerinin veya vergilerin artırılması
Emeklilik yaşına kadar çalışma süresinin uzatılması için teşvik ya da zorunluluk getirilmesi
Hükümet şimdilik dinlemede
Kamuoyunun açık bir tavır beklemesine rağmen, hükümet henüz kesin bir pozisyon almaktan kaçınıyor. Bakan Deprez’e göre, şu anki öncelik tüm tarafların görüşlerini toplamak ve uzmanlarla birlikte seçenekleri detaylıca değerlendirmek. Bu doğrultuda, Nisan ayı sonuna kadar üç ayrı teknik çalıştay daha düzenlenecek.
Ülkedeki emekli nüfusu hızla artarken, sosyal güvenlik sisteminin mali kaynakları ciddi tehdit altında. Bu nedenle başlatılan ulusal diyalog, Lüksemburg’un emeklilik sisteminin önümüzdeki on yıllarını şekillendirme potansiyeline sahip. Önümüzdeki aylarda alınacak kararlar, yalnızca bugünün çalışanlarını değil, geleceğin emeklilerini de doğrudan etkileyecek.
21 Mart Irk Ayrımcılığı ile Mücadele Uluslararası Günü vesilesiyle yayımlanan bu çalışma, Lüksemburg Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi ve Viyana Ekonomi ve İşletme Üniversitesi iş birliğiyle gerçekleştirilen türünün ilk örneği olarak dikkat çekiyor.
Afrikalı İsimlere Daha Düşük Değer Biçiliyor
Araştırma kapsamında katılımcılardan, Lüksemburg'daki emlak piyasasında gerçek piyasa fiyatları temel alınarak çeşitli mülklerin değerlerini tahmin etmeleri istendi. Elde edilen verilere göre, ilan sahibinin isminin Afrika kökenli olduğu durumlarda bu mülkler ortalama %3 ila %4 oranında daha düşük değerlendirildi. Bu fark, her satışta yaklaşık 20.000 avroluk maddi zarara karşılık geliyor.
Gizli Önyargılar, Somut Etkilere Yol Açıyor
Araştırmanın baş yazarlarından LISER uzmanı Dr. Giorgia Menta, konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bu tür ayrımcılık çoğunlukla bilinçaltındaki gizli önyargılardan kaynaklanıyor. Bu tür yargılar, azınlıkların sermaye ve servet biriktirme süreçlerinde uzun vadeli olumsuz etkiler yaratabiliyor. Satıcılar farkında olmadan daha düşük teklifler aldıklarında, servet eşitsizliği daha da derinleşiyor ve bu durum toplum genelinde kalıcı ekonomik sonuçlara yol açabiliyor.”
Açık Irkçılıktan Çok İstatistiksel Ayrımcılık
Araştırmanın ilginç bulgularından biri de, ayrımcılığın özellikle yaşlı ve düşük eğitim seviyesine sahip bireylerde daha belirgin olması. Katılımcıların göçmenlere yönelik kişisel tutumlarından bağımsız olarak bu eğilim gözlemlendi. Uzmanlara göre, bu durum açık ırkçılıktan çok "istatistiksel ayrımcılık" olarak tanımlanabilir; yani bireylerin bilinçsizce, istatistiksel varsayımlara ve kalıpyargılara dayanarak karar vermesi.
Kamu Politikalarına Işık Tutan Bir Çalışma
Bu araştırma, sosyal eşitlik, ekonomi ve konut politikaları alanında politika yapıcılar için önemli bir uyarı niteliği taşıyor. Bu tür örtük ayrımcılık biçimlerinin ortaya konması, daha adil ve kapsayıcı politikaların geliştirilmesi için gerekli zeminleri hazırlayabilir.
Araştırmanın sonuçları, sadece bireysel düzeyde davranış farkındalığını artırmakla kalmıyor; aynı zamanda, gelişmiş olarak görülen Avrupa toplumlarında dahi ırk temelli ayrımcılığın ekonomik yapılara nasıl nüfuz edebileceğini gözler önüne seriyor. Bu da, ayrımcılığın tanınması ve önlenmesi adına atılması gereken adımların önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
Daha İyi Beslenme İçin Katılımcı Süreç
Tarım Bakanı Martine Hansen, Parlamento’da yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı:
“Yasama sürecinin ilk durağı olan Parlamento, fikir toplamak üzere ilk danışılması gereken kurumdur.”
Aynı zamanda hükümet, meslek odaları ve üreticilerden başlayarak, Gıda Sanatları Konfederasyonu (Confédération des métiers de bouche), Tüketicileri Koruma Birliği (ULC), eğitim kurumları ve Çevreci Hareket (Mouvement écologique) gibi geniş bir paydaş yelpazesiyle de görüşmeler gerçekleştirdi. Tarım, sağlık, eğitim ve çevre bakanlıkları da bu planın oluşturulmasına katkı sunuyor.
Yeni Beslenme Stratejisinin Temel Başlıkları
TNS-Ilres araştırma kurumu tarafından tüketiciler ve üreticiler arasında yapılan anket sonuçlarına göre belirlenen altı öncelik şu şekilde sıralandı:
Sağlıklı beslenmenin teşviki
Bölgesel ürünlerin arzının artırılması
Mevsimsel ürün tüketiminin yaygınlaştırılması
Gıda güvenliğinin sağlanması
Gıda israfıyla mücadele
Ürün fiyatları ile çiftçi gelirleri arasında denge kurulması
Bakan Hansen, “Güvenli ve sağlıklı gıdaları savunuyoruz ve bölgesel, sürdürülebilir ve dirençli bir tarım anlayışını destekliyoruz.” dedi.
Somut Eylem Talebi
Toplantı genel olarak olumlu değerlendirilse de, bazı milletvekilleri somut ve uygulanabilir önerilerin sunulmamasını eleştirdi. Onlara göre, pratik çözümler sunulmadan siyasi duruş belirlemek zorlaşıyor.
Demokrat Parti (DP) Milletvekili Luc Emering şunları söyledi:
“Gıda ürünleri ambalajlarında net, anlaşılır ve okunabilir etiketleme sistemine ihtiyacımız var. Ayrıca yerel pazarlarda üretici ve tüketici arasındaki bağı güçlendirmeli, tarım mesleğini daha cazip hale getirmeliyiz.”
Sosyalist Parti’den (LSAP) Claire Delcourt ise Avrupa’nın “Çiftlikten Sofraya” (Farm to Fork) stratejisine atıfta bulunarak, gıda sisteminde yapısal reform talebinde bulundu. Kendisi ve diğer vekiller biyoçeşitliliğin korunması ve iklim değişikliğiyle mücadeleye dikkat çekti.
Yeşiller Partisi’nden (déi Gréng) Joëlle Welfring şu görüşü dile getirdi:
“Gelecekteki beslenme stratejisinde çevreye saygı merkezde yer almalıdır. Çünkü yeme alışkanlıklarımız sadece insan sağlığını değil, hava, toprak ve suyun sağlığını da etkiliyor.”
Beslenme Takibi ve Ticaret Politikalarının Gözden Geçirilmesi
ADR partisinden Alexandra Schooss, komşu ülkelerdeki gibi bir “beslenme izleme” (nutri-vigilance) sisteminin kurulmasını önerdi. “Bu sistem, takviye edici gıdalar, zenginleştirilmiş ürünler, enerji içecekleri ve benzeri maddelerin tüketiminin takibini içermelidir.” dedi.
Sol Parti’den (déi Lénk) David Wagner ise şu talepleri sıraladı:
“Sosyal ve çevresel açıdan zararlı olan serbest ticaret anlaşmalarına son verilmeli, tüm paydaşların katılımıyla demokratik bir gıda politikası planlaması yapılmalı ve tüm ilköğretim ile ortaöğretim öğrencilerine ücretsiz yemek sağlanmalıdır.”
Gelecek İçin Ortak Mesaj: Kapsamlı Bir Değişim Şart
Farklı siyasi görüşler arasında fikir ayrılıkları bulunsa da, toplantının sonunda ortak bir mesaj öne çıktı: Lüksemburg’un daha sürdürülebilir, sağlıklı ve adil bir geleceği güvence altına alabilmesi için beslenme ve tarım politikalarında köklü değişim artık ertelenemez bir zorunluluk.
Bağışıklık sisteminin hedefi olan cilt hücreleri
Vitiligo, bağışıklık sisteminin melanosit adı verilen ve ciltte pigment üreten hücrelere saldırması sonucu oluşan otoimmün bir hastalıktır. Bu saldırı, vücudun farklı bölgelerinde düzensiz beyaz lekeler şeklinde kendini gösterir. Dünyadaki nüfusun yaklaşık %0,1 ila %2’sini etkileyen hastalık, hem çocuklukta hem de yetişkinlikte ortaya çıkabilir.
Son yıllarda tedavi seçenekleri gelişmiş olsa da, hastalık hâlâ çoğu zaman yalnızca “kozmetik bir kusur” olarak değerlendirilmekte; bu da hastaların toplumsal dışlanmaya maruz kalmasına neden olabiliyor.
Geç tanı ve toplumsal duyarsızlık
Vitiligo hastalarının en büyük zorluklarından biri, tanının geç konulmasıdır. Incyte adlı biyoteknoloji şirketinin verilerine göre, hastalık tanısının konulması ortalama iki buçuk yıl sürüyor. Bu süreçte pek çok hasta, etkili bir tedavi olmadığı yönünde yanıtlarla karşılaştığından, %65’i tedavi arayışını tamamen bırakıyor.
Bir annenin gözlemi: Beyaz saçlarla başlayan yolculuk
11 yaşındaki bir kız çocuğunun annesi Ana Coutinho Da Fraga, kızının hastalık sürecini şu sözlerle anlatıyor:
“Yalnızca 5 yaşındaydı. Yürürken saçlarının grileştiğini fark ettim. Bu yaşta bir çocuğun saçının beyazlaması imkânsız diye düşündüm ve hemen internette araştırmaya başladım. Renk değişimiyle ilgili makalelere rastladım. Ertesi sabah çocuk doktoruna gittik. O da beni bir dermatoloğa yönlendirdi ve vitiligo tanısı konuldu. Sık sık düştüğü için vücudunun bazı bölgelerinde oldukça belirgin beyaz lekeler oluşmuştu.”
Aile öyküsü: Genetik faktörlerin etkisi
Cilt hastalıkları uzmanı Dr. Tiago Fernandes, hastalığın genetik kökenine dikkat çekiyor:
“Evet, vitiligo kalıtsal olabilir. Araştırmalara göre vakaların %20’sinde aile öyküsü etkili.”
Söz konusu kız çocuğunun babasının ailesinde de benzer bir geçmiş bulunması, genetik faktörlerin etkisini güçlendiriyor.
Yeni tedavi umutları
Henüz kesin bir tedavisi bulunmayan vitiligo için umut verici gelişmeler yaşanıyor. Özellikle JAK-STAT yolunun baskılanmasına yönelik tedaviler, bağışıklık sisteminin yanıtını düzenleyerek pigment hücrelerinin kaybını engelleyebiliyor. Uzmanlar, önümüzdeki yıllarda daha etkili tedavi seçeneklerinin sunulabileceğini belirtiyor.
Lüksemburg’da farkındalık kampanyası
Hastalığa dikkat çekmek amacıyla Perşembe günü Lüksemburg’da “Vitiligoyu Tanı” başlıklı bir farkındalık kampanyası düzenlendi. Şehir genelinde, gerçek insan boyutlarında figürler sergilenerek halkın ilgisi hastalığa yönlendirilmeye çalışıldı.
Sessizliği bozan ünlü yüzler
Dünya çapında tanınan bazı isimler de vitiligoyla ilgili farkındalık yaratılmasında önemli rol oynadı:
Michael Jackson, pop müziğin efsanevi ismi, yıllar boyunca bu hastalıkla yaşadı. Ten rengi giderek açıldı ve ailesi daha sonra onun vitiligo hastası olduğunu doğruladı.
Winnie Harlow, Kanadalı model, vitiligoyu saklamak yerine podyumda sergileyerek farklılıkların kabulünü teşvik eden bir sembole dönüştü.
Lee Thomas, Amerikalı gazeteci, yaşadıklarını “Turning White” adlı kitabında kaleme alarak hastalıkla ilgili farkındalığı artırdı.
Utançtan kabule: Anlatılması gereken bir hikâye
Vitiligo, yalnızca fiziksel bir değişiklik değil; duygusal ve sosyal boyutlarıyla da yaşamı derinden etkileyen bir durumdur. Bu hastalıkla mücadele eden bireyler için en etkili “tedavi” toplumsal anlayış, empati ve kabul olabilir. Toplumun bakış açısındaki değişim, hastaların kendilerini daha güçlü ve görünür hissetmelerini sağlayacaktır.